24 Ağustos 2015 Pazartesi

Kamera, Kayıt ve Motor: Los Angeles.

Derler ki, filmini çekmeye başlayıncaya kadar Hollywood, Vietnam Savaşı'nın varlığından haberdar değilmiş. Kimine göre sinemayı sanat yapan, kimine göre ise Amerikan politikasının "imaj maker"ı olan Hollywood'u tepelerine kazımış bir şehir Los Angeles. Renkli ve neşeli insanları, bohem sokakları ile biraz vurdumduymaz bir tarza sahip. Bu şehir, kamera vasıtasıyla gerçekliği  kendine göre bükme sanatını herkesten önce keşfetmiş. Çok sonradan elimize geçen kameralarla, Facebook ve Instagram'da yarattığımız dertten tasadan uzak cıvıl cıvıl dünyaların insanları olarak hepimize bıyık altından gülüyormuş gibi bir havası var.





15 Haziran sabahı erkenden Meksika sınırındaki otelimize veda edip yollara düşüyoruz yine. San Diego - Los Angeles arası iki buçuk saat. Biz daha sakin bir sürüş ve güneşin de keyfini çıkararak  üç saate tamamlıyoruz. Otel konusunda yine Best Western'den vazgeçmiyoruz. Bu defa kalacağımız otel Best Western Burbank Airport Inn. Los Angeles'ın biraz kuzeyinde, araba ile Santa Monica sahiline yarım saati biraz aşkın uzaklıkta. Eğer ulaşımda arabayı kullanıyor iseniz fiyat performans analizi başarılı bir otel. Bu arada belirtmeden geçmeyelim, Los Angeles hakkında otel araştırması yaparken sizi şaşırtabilecek şeyler de okuyorsunuz internette. Mesela bir çok sitede turist olarak geldiğinizde asla bulaşmamanız gereken semtlerden bahsediliyor. Bunlardan bir çoğu şehrin güneyinde olan semtler. Bu kaygının nedenini şehri ziyaretinizde anlayabiliyorsunuz. Los Angeles Amerika'daki evsiz nüfusunun önemli bir kısmına ev sahipliği yapıyor. Bunda şüphesiz ülkenin geri kalan kısmına göre daha elverişli iklim koşullarının olmasının payı büyük. Şehir merkezinde ya da Santa Monica'da her biri birer battaniye ile sahilde, yol kenarlarında yatan sayısız evsiz var. Siz elinizdeki içeceği çöpe attıktan sonra çöpten onu çıkaran genç, yaşlı onlarca insan... Farklı rakamlara rastlamak mümkün olsa da Amerika genelinde 800 bin civarında evsiz insan olduğundan bahsediliyor. Bunların kabaca %20'lik kesimi Kaliforniya'da yaşıyormuş. Kaliforniya başkaca ilginç verilere de sahip. Amerika'da marihuana kullanımını ilk yasallaştıran eyalet burası. Bunu iyi kötü değerlendirmesi yapmadan söylüyorum, sadece sokaklarda oldukça yaygın kokunun adını koyabilmek adına belirtiyorum. 2003'ten sonra iki dönem valilik yapan Terminatör'ü de belirtmeden geçmemek lazım elbet.  

Biz Los Angeles'a geri dönelim. Otelin giriş saati öğleden sonra 2 ve kuzeydeki otele gelmeden önce yolumuzun üstünde meşhur Hollywood işaretini görebileceğimiz bir durak var, önce ona uğrayalım istiyoruz. Malum, bir turist iseniz Hollywood yazısını görmeden ve onunla fotoğraf çektirmeden Los Angeles'tan ayrılamazsınız, yasak. Bunun için bir kaç alternatif var ama en yaygını aslında bir gözlemevi / rasathanenin de yer aldığı Griffith Observatory. Burası şehre hakim bir tepe üzerinde yer alıyor ve buradan hem şehri kuşbakışı seyredebiliyor hem de Los Angeles'ın tepelerine yerleştirilen meşhur Hollywood yazısını (Hollywood Sign) görebiliyorsunuz. 


Dediğimiz gibi bu tepe hem şehre hem de yazılara hakim bir tepe ama Hollywood yazısının çektirdiğiniz fotoğraflarda sizinle beraber çok net çıkması için uygun bir yer değil. Çıplak gözle oldukça net görebilmenize rağmen fotoğraflarda yakınlaştırmanız gerekiyor ve bu da haliyle fotoğrafın çözünürlüğünü etkiliyor. Eğer isterseniz arabanızı buraya park edip yazıyı daha net görebileceğiniz tepelere yürümeniz mümkün. Ama biz şahsen o sıcak havada bir yazı uğruna dağ tepe yürüme modunda değildik. Hatta otobüslerle seferler bile gerçekleştiriliyordu sanırım bir yerlere ama biz pek oralı olmadık.  Onun yerine bulunduğumuz tepeden fotoğraf çekmekle yetindik. Eğer ziyaret etmek isterseniz aklınızda bulunsun. Şehre kuş bakısı göz atmak ve Hollywood yazısı fotoğraflamak dışında burada yapacak fazlaca birşey yok. Ama biz Grand Kanyon'da başlattığımız alışkanlığımıza burada da devam ettirdik. Burası da çekirdek çitlemek için güzel bir yer. Gelirken yanınızda bulundurun derim.  
                 
                     

Otele gitmek için ayrılıp bulunduğumuz tepeden aşağı doğru inerken yeniden fark ediyoruz: İnanılmaz güzel bir yoldan geçiyoruz. Sağda solda ev demeye dilimizin varmadığı malikaneler var. Sonradan öğreniyoruz, Madonna'nın evinin de bulunduğu bir semt imiş burası.

Nihayet otele geliyoruz. Otele gelirken biraz ilginç yollardan geçiyoruz, hani kötü demeye diliniz varmaz ama böyle arabanın içinde bir sessizlik olur ya, işte biraz öyle oluyor ama otelin bulunduğu caddeye gelince bu hava dağılıyor. Otelde park için arabanın anahtarını vermek durumunda olmamız haricinde (park yeri küçük ve arabaları arka arkaya koyuyorsunuz) herşey güzel. Otelde fazla vakit harcamadan çıkıyoruz. Çünkü arkadaşlarımızla buluşmak için Santa Monica'ya gidecek ama öncesinde de dünya gözüyle bir Beverly Hills'i görmeye çalışacağız.

İlk durağımız Beverly Hills. Burayı tanımlama çabasına girsem mi, bilemiyorum. Zengin veya lüks biraz cılız kalıyor tanımlamak için, bolca pekiştirme sıfatına ihtiyaç  var. O nedenle fazla üzerinde durmadan, zenginliğin tüyünün dikildiği semt olarak tanımlamak isterim ben burayı. Para kazanmak bazıları için o kadar da büyütülecek bir mesele değil dünyada, bunu görüyorsunuz. İsterseniz yazının başındaki evsizler ile buradaki lüksü birleştirip Thomas Piketty'e bağlayabiliriz, ama bu yazıda yapmayalım. Etraf ünlülerin evi dolu. Ev dediğim de işte etrafı surlarla çevrili mekanlar. Çok fazla heves etmeyelim, canımız çekmesin diye "fotoğraf çekmeyin" uyarilari da asmislar duvarlara. Navigasyon aletimiz Micheal Jackson ve Marlon Brando'nun evinin önünde olduğumuzu söylüyor ama biz yüksek duvarlar haricinde pek birşey göremiyoruz. Lüks dükkan ve restoranlar bir yana etrafında dolaştığımız evler ve sokakların görünümü şöyle:


Bu lüks semtte biz de gerçekliği kendimize göre bükme hevesine kapılıyor ve geçici "lüksümtrak" arabamız ile "sanki biz de çok zenginmişiz" pozu veriyoruz. 

Beverly Hills'teki kısa turumuzun ardından Santa Monica'ya doğru yol alıyoruz. Santa Monica her ne kadar Los Angeles'ın uzantısı gibi görünse de buraya 15 dakika uzaklıkta ayrı bir şehir. Şehrin hemen göbeğinde yer alan uzun güzel plajı ve 3rd Street'i ile meşhur bir yer. Bir sahil şehri olmasına karşın Los Angeles'a göre daha da ucuz üstelik. Bunu hemen park yerinden anlıyorsunuz. Sahile iki paralel sokakta yer alan çok katlı otoparka (Parking structure 6) arabamızı 5 saatten daha fazla süre ile bırakıp 10 doların da altında bir para ödüyoruz. Sahile vardığınızda ilk dikkatinizi çeken kocaman bir cadde, bu caddenin hemen ilerisinde upuzun kumsal ve kumsalın kenarında yer alan rengarenk bir iskele oluyor. Ve tabii ki evsizler. Hava çok güzel ama akşama doğru biraz serin, hiç öyle deniz sıcağı yok, hatta ince bir monta bile ihtiyaç duyuyorsunuz. Burada arkadaşlarımız Çağlar ve Nesrin ile buluşuyor, biraz dolaşıp, birşeyler yedikten sonra güneşi Santa Monica sahilinde batırıyoruz.


 Santa Monica neşeli güzel sokakları, onlarca mutfaktan yüzlerce yemek alternatifi olan klasik güzel bir sahil şehri. Ama benim, daha önce San Diego'da Coronado adasında da dikkatimi çeken şeyi burada yeniden belirmek istiyorum. Şehrin göbeğinde, hiçbir otele, restorana belediye işletmesine parsellenmemiş upuzun bir sahil var. Arabanı park et, yürü ve denize gir. Göcekte, Bodrum'da şurada burada ödediğimiz plaja giriş paraları ve bizden çalınan denizler geliyor aklıma, samimi olarak üzülüyorum. Kaldı ki, Amerikan batı sahilleri ne kadar güzel olursa olsunlar yüzme keyfi bakımından bir Akdeniz, Ege değiller. Halk plajı bizde maalesef düşük tüketim malı. Bunu da sürekli tacizlerle, rahatsız edilen kadinlarla meşrulaştırmak gibi bir sarmalın içine giriyoruz. Neyse, içimi döktüm, bu kadar yeter. Santa Monica sahilinde, yukarıdaki resimlerde de gördüğünüz güzel bir iskele var. Gece kalabalık, ışıl ışıl. Lunaparkı da var. Akşamları ziyaret edilesi bir yer.
Santa Monica'da denilince bahsetmeden geçemeyeceğimiz son bir şey de Route 66. Route 66 1923 yılında yapımı tamamlanan ve "Amerika'nın Ana Caddesi" olarak bilinen yaklaşık 4000 km uzunluğunda bir otoyol. Chicago'da başlayan ve sadece okyanusu gördüğü yerde duran bir yol. Yolun sonundaki yer Santa Monica. Bu yol Amerika'da şarkılardan filmlere kadar bohem yolculukların, kaçışların işlendiği yol olmuş. Bizdeki "güneye yerleşmenin" Amerikancası da diyebiliriz. O nedenle Santa Monica'ya geldiğinizde bu tabelanın altında Betül'ün yaptığı gibi poz vermeniz şart.

 
Santa Monica'dan geç bir saatte ancak ayrılabiliyoruz. Issız yollarımızdan geçerek otelimize gidiyor ve ertesi gün için güç depoluyoruz. Klasik tabir ile dünya sinemasının kalbinin attığı yere, Los Angeles'taki Universal Studios'a gidiyoruz.

Amerika eğlencenin ciddi bir sektör olarak kabul gördüğü bir yer ve insanlar hem iş hem de hobi olarak eğlenmeyi ciddiye alıyorlar. Universal Studios bu işin ciddi ciddi kurumsallaştığı noktalardan biri. Hala aktif olarak kullanılan film stüdyoları ile tema parklarının olduğu bir yer. 1915 yılında sadece film çekimlerinde kullanılacak alanlar yaratma fikri ile başlamış bu iş. Kurucusu olan muhterem filmerin nasıl çekildiğini merak eden vatandaşları gelip ziyaret etmeleri için davet edermiş. O zamanlar buraya giriş ücreti olan 0.05 doların içine bir öğle yemeği kutusu da dahilmiş. Tabii bölge hep tarım arazisi (dutluk) olduğu için stüdyo görmeye gelenler mutfak alışverişlerini de yapar evlerine öyle giderlermiş. Şimdi giriş ücretinden tutun içindeki şovlara kadar herşey bambaşka elbet. O eski samimiyet kalmamış azizim!! Eğlencenin başkenti mottosu hakim şimdi. Amerika'da Florida ve Orlando'da da var bu stüdyolardan.


Park tüm gününüzü ayırmanızı gerektiren büyüklükte bir yer. Burada bulunan aktiviteleri ikiye ayırmak mümkün: stüdyo turları ve ünlü filmler temalı 3-4-5 belki de 6 boyutlu roller coasterlar. Meraklısı için Mumya, Transformers, Despicable Me, Simpsons, Shrek gibi filmleri animasyonları ve roller coasterları oldukça eğlenceli.  Burada kullanılan boyut ve görüntü teknolojisi ileride sinema filmlerinin nelere evrilebileceği konusunda bir fikir veriyor. Ama ben şahsen filmlerin çekildiği mekanlara ilişkin turları daha çok sevdim. Mesela aşağıdaki görüntüler çoçukluğumuzda bin kere seyrettiğimiz Jaws'ın çekildiği stüdyoya ait görüntüler. Kullanılan mekan, tekne, göle çekilip kaybolan dalgıç ve Jaws benim oldukça hoşuma gitti. Filmin sahneleri gözümün önünde canlandı resmen.




Aşağıdaki videoda ise yine turda karşımıza çıkan sel baskınına ililşkin görüntüler var:


Turun bir noktasında ise içinde dolaştığımız trenin camları tamamen üç boyutlu ekranlarla kaplanıyor ve King Kong bizi dinazorlara karşı savunuyor. Ben bunu çok sevdim. Aşağıdaki video benim bir kaydım değil ama yine de gösteriyi sizinle paylaşmak istedim:


Back to the Future arabası. Hastasıydık vaktiyle. 


Bunlar da turlardan ve parkın gece görünümünden bazı fotoğraflar: 


Gelelim benim tüm bu curcuna içinde en sevdiğim gösteriye. Eski TRT spikerlerinin deyimiyle söyleyecek olursak, "Aynı isimli filmden sahneye uyarlanan Waterworld isimli oyun/gösteri" benim Universal Studios'tan kesinlikle aklımda kalacak olan tek şey diyebilirim. Gösteriyi en gelişmiş efektlerin kullanıldığı bir tiyatro oyunu olarak da nitelendirebiliriz. Gün içinde gittiğimde tekrar seyretmeyi kafama koymuştum. Bu nedenle kapanışı da aynı oyunla yaptık ve üşenmeden sizin için gösteriyi çekip kısa bir film haline de getirdim.


İlk oyunun sonunda oyuncularla fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmedik tabi. Yalnız aşağıdaki ikinci fotoğrafta gördüğünüz üzere ben biraz Hollywood etkisine kaptırıp kendimi artistlik pozlar vermeye falan başlamışım. Hal böyle olunca sanki oyuncu benle fotoğraf çektiriyormuş gibi komik bir durum çıkmış.



Universal Studios'dan çıkmamız akşam saatlerini buluyor. ertesi gün kuzeye doğru yola çıkacağız, dolayısıyla şehirde geçirdiğimiz son akşamdayız. Hal böyle olunca son akşamda Los Angeles gezisinde gidilmesi farz olan Hollywod Bulvarına gitmeye karar veriyoruz. Bu cadde baştan sona 15 dakika içinde yürüyebilieceğiniz ama bir cadde nasıl meşhur edilir sorusunun yanıtını da içinde taşıyan bir cadde. Walk of Fame denilen ve sinema, televizyon ve radyo alanında dünya çapında ün kazanmış kişilerin isimlerinin yıldızlar içinde yazıldığı kaldırımlar bu caddede. Tabi bundan daha önemlisi Oscar ödül törenlerinin gerçekleştirildiği eski-yeni tiyatrolar da var. Ama benim o akşama dair unutamadığım şeylerin başında ne Walk of Fame, ne Dolby ne de Chinese Theater var. Benim için unutulmaz olan kiraladığım Camaro'yu park ederken ön tamponu park yerinde bulunan demire takmam sonucunda çıkan sesti. O ses, üstüne panikle arabayı geri çekerken bir seylerin kopma sesi, ABD'deki yetkili servis ücretleri, araba kiralamadaki soğuk ve donuk bakışlı teyzenin çatık kaşları, dolar kuru, FED'in faiz arttırım kararları... Neler neler geçti gözümün önünden. Resmen dünyanın en korkunç kısa filmini çektim o on saniye içinde. Allahtan hasar tahmin ettiğim kadar ciddi boyutlarda olmadı, sadece kaportanın altında bulunan plastik aksamda tamir edilebilir bir hasar tespit ettim ve onu da daha sonra Türk usulü yöntemlerle hallettim.

Walk of Fame dedikleri, büyük şehir standartları içinde herhangi bir iddiası bulunmayan bir cadde kaldırımları üzerine yıldızlar içine ünlü isim yazmaları. O nedenle başları öne eğik biçimde bir turist gürühu var sokakta: Ünlülerin üstüne basmadan yürümeye çalışan insan toplulukları. Biz açıkçası bir kaç fotoğraf çekmenin dışında çok delisi olmuyoruz bu ortamın. Sadece bizden de Tarkan'ın da ismi varmış iddiası bir ara heyecan yaratıyor ama o da çok kalıcı olmuyor. Bakınıyor ama göremiyoruz. Biraz dolandıktan sonra neymiş bakalım bu Cnbc'lerde seyrettiğimiz Oscar törenlerine ev sahipliği yapan mekanlar diyor o tarafa doğru yöneliyoruz.Hemen söyleyelim Dolby Theater ve Chinese Theater beklediğiniz kadar ihtişamlı mekanlar olmayabilir. Zaten güçleri mimari özelliklerinden gelmiyor ne de olsa. Chinese Theater'ın önünde gerek ünlülerin ve gerekse ünsüz insanların el ayak izlerinin yer alığı beton bloklar ayrı bir ilginç olmuş. Caddede hemen bu tiyatroların yanında vitrininde Marilyn Monroe'nun yer aldığı bir Madam Tousseau müzesi de bulunuyor.  



Bu ünlü caddeyi de gezdikten sonra Los Angeles gezimizi tamamlamış oluyoruz. Herşeyi sinema etrafında dönen bu şehri sevmiş vaziyette ayrılıyoruz buradan. İstikamet kuzey, San Fransisco'ya gidecek ama öncesinde yol üstünde ilginç mekanlar keşfetmeye çalışacağız.

      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder