29 Haziran 2015 Pazartesi

BOSTON: Bir zamanlar fırtınalar estirirdim, eskisi gibi değilm şimdi değiştim.

Resmi tarihin yaptığı gibi yerlilerin bu kıtadaki binlerce yıllık geçmişini saymazsanız eğer, Amerikan tarihinin başladığı şehirlerden biri Boston. Zamanın Amerikası sayılan Büyük Britanya'dan gelen yüksek vergili çayı Kızılderili kıyafetleri giyip denize dökerek Amerikan bağımsızlığını fitillemiş. 1960'larda da Kennedy gibi bir cengaveri bağrından çıkardıktan sonra, "E daha ne yapayım" deyip, Harvard ve MIT cubbesini giyerek köşesine çekilmiş. Ne var ki pek turistik bir tarzı yok, kentin tarihine ilişkin okuma yapmak sokaklarında dolaşmaktan daha uzun sürüyor.



Boston'a dair bu yazıyı yazarken içimden bir ses şehre ilişkin ahkam kesmeye çok da hakkım olmadığını söylüyor. Zira, uzun New York gezimiz ile Doğu sefererimizin son ayağı olan Niagara Şelaleleri ziyaretimiz arasına sıkışmış ve planlaması çok da iyi yapılmamış bir güne mahkum ettik burayı.
New York'tan tahmin ettiğimizden daha geç bir saatte çıkıp yaklaşık iki buçuk üç saatlik bir yolculuğun ardından ulaştık Boston'a. Ancak şehir içindeki gezimiz biraz daha geç başladı çünkü otelimiz şehir merkezine yaklaşık 40 dakikalık araba yolculuğu mesafesindeydi. Boston pahalı bir şehir. Üstelik bu durum sadece doların TL karşısındaki güçlü konumundan kaynaklanmıyor. Amerika standartlarında da pahalı. Eğer rahatımdan taviz vermem diyenlerdenseniz şehir merkezinde ortalama bir otelde konaklamak için gecelik en az 250 doların üzerinde vermeniz gerekebilir. Biz de hem çok para vermeyelim hem de ertesi günkü uzun yolculuğumuz için iyi bir otelde dinlenelim dediğimiz için şehrin biraz dışındaki (Framingham'daki) Sheraton oteli iyi sayılabilecek bir fiyata ayarlıyoruz. Aslında bu durumda otel işini biraz son dakikaya bırakmış olmamın da payı vardı. Demem o ki yolunuz buraya düşecek olursa yapmanız gereken en önemli şeylerden biri oteli mümkün oldukça erken ayarlamak olmalı.

Neyse otel işini atlattık, az biraz geç de kalmış olsak artık şehir merkezindeyiz ve gezimize başlayabiliriz derken bir başka önemli engelle karşılaşıyoruz: Park yeri. Öncelikle şehir merkezine yakın konumdaki sokaklardaki park yerlerine bakıyoruz. Amerika'da her yerde olduğu gibi burada da parkmetreler var. Bunlar quarter denilen çeyrek dolarla çalışan ve sadece bozuk para kabul eden aletler. Öte yandan park süresini 2 saat ile sınırlamış vaziyette, aşarsanız ceza yiyorsunuz. İnsanları şehir merkezlerine araba ile gelmekten soğutmak için iyi bir yöntem aslında. Araba ile onca dolaşmamıza rağmen boş yer bulmak pek mümkün değil, hem zaten 2 saat de işimizi görmez. Hal böyle olunca daha uzun zamanlı park edebileceğimiz bir otopark aramaya koyuluyoruz. O da oldukça meşakkatli oluyor, zira otoparklar ya dolu ya da oldukça pahalı. Bir şekilde halledip arabadan da kurtuluyoruz. Dolayısyla Boston'a dair ikinci önerimiz, otel ayarlamanızda toplu taşımayı daha kolay kullanabileceğiniz ve arabaya ihtiyaç duymayacağınız bir lokasyon belirlemeniz.

Tüm bu badirelerin ardından, hem biraz yorulmuş hem de ne yapacağımızı bilmez bir halde dolaşmaya başlıyoruz Boston sokaklarında. Zaten sınırlı olan vaktimiz iyiden azalmış vaziyette. Bütün yolların Roma'ya çıkması misali Boston merkezde de tüm yollar Boston Common Park'a çıkıyor. Amerika'da tüm şehirlerin vazgeçilmez bir unsuru olduğu üzere burası da tam olarak şehrin ortasında kalmış geniş sayılabilecek ve yemyeşil bir park. Güzel ve sıcak havanın tadını çıkaran çoluklu çocuklu insanlar, sokak sanatçıları ve performansçıları ile stress atmak için ideal bir park. Parkta isterseniz kanallardaki botlarla gezi yapmanız da mümkün.


Şimdi bakıldığında huzurun adresi gibi görünen bu parkta iki yüz yıl öncesine kadar yaşananları öğrendiğinizde kulaklarınıza inanamıyorsunuz. Amerikan Bağımsızlık Savaşı'ndan önce İngiliz askerlerinin kamp alanı olan bu park 1800'lü yılların ortasına kadar cadı avına ev sahipliği yapan bir alanmış. Cadı olarak avlanan/yaftalanan insanlar burada diğer insanların gözleri önünde idam edilirmiş. Mesela 1700'lü yılların hemen başında kuraklığa neden oldukları gerekçesiyle 200 kişiyi (cadıyı !) burada asmışlar. Bugün İşid ve benzeri örgütlerin Orta Doğu'da yol açtıkları vahşet 300 yıl önce bu topraklarda da kol gezmiş. Ne diyelim, umarız 300 yıldan daha kısa bir sürede Şam'ı Bağdat'ı gezip blog yazan birisi de bugünkü vahşeti şaşırarak anlatır okurlarına.

Parktaki gezimize devam ediyoruz ama Betül ile hala cevaplayamadığımız koca bir soru var aklımızda. Süremiz çok az ve biz Boston'da ne yapacağız? Bir yandan bu soruyu düşünüyor ve bir yandan da parkta amaçsızca fotoğraflar çekiyoruz.
Betül'ün çocuktan utandığı bir an. 
Yapabileceklerimizi düşünürken o anda itiraf ettiğimiz birşey oluyor: Aslında Boston turistik bir gezi için oluşturduğunuz listenizin başında olacak şehirlerden biri değil. Burası üniversiteleri ile meshur dingin bir Amerika şehri. Amerikan tarihindeki müspet konumu ve üniversitelerinin kalitesi onu diğer Amerikan kampüs şehirlerinden ayırıyor. Türlü ihtimaller uçuşuyor aklımızda. Mesela yeterli vaktimiz olsaydı Boston'a dair ilanlarda ve sitelerde sıklıkla gördüğümüz yelkenli bir gemi turunu ve belki de balina seyrine çıkabilirdik. Ama maalesef o kadar vaktimiz yok. Bir başka ihtimal hızlıca bir şehir merkezi turunun ardından Boston'un medar-ı iftiharı Kennedy'nin ve Boston Tea Party'nin müzelerini gezmek ve ardından da bu şehre anlam katan üniverstilerinin kampüslerine bir göz atmak. Bu mantıklı bir plan gibi geliyor bize. Ta ki, Ördek Turu (Duck Tour) aracı gözümüzün önünden geçene kadar. Ördek turu, hem karada hem de denizde hareket kabiliyeti olan araçlarla şehir turu sunan bir hizmet. Kısıtlı zamanda tekmili birden bir şehir turu açısından ideal bir çözüm gibi geldi bize.

Ördek Turu için birden fazla şirket alternatifi var. Fiyatlar aynı. Verilen biletlerle müze girişlerinde de çeşitli avantajlar elde edebiliyorsunuz. Biraz yolu uzatıp şehrin içinde dolanarak bilet alacağımız  yere doğru gidiyoruz.  Bu esnada da şehrin içinde bazı fotoğraflar çekme şansımız oluyor. Yolumuz öncelikle Newbury Sokağı'na düşüyor. Burası Boston'un Nişantaşı diyebileceğimiz bir semt. Lüks markalar, güzel restoranlar ve tarz binaları var. Newbury'de ilerlerken dikkatimizi çeken bir dükkan Burdick Chocolate oluyor. Binası oldukça sevimli. Çikolataları da Vaşington ve New York'un cupcakelerinden daha başarılı.  

Sadece Newbury Sokağında değil Boston'un tamamında oldukça ilginç tasarımlara sahip ( çoğu Gotik tarzda) bir çok kilise binası görmeniz mümkün. Bunlardan bir tanesi de aşağıda fotoğrafta görünen Trinity Kilisesi.



Nihayet Ördek Turu gezimizin başlangıç noktasına ulaşıyoruz. Ördek Turunu, Amerika'nın diğer şehirlerinde görseniz de bu tur Boston'un simgesi haline gelmiş şeylerden biri. , Daha önce de dediğim gibi hem karada hem de suda gidebilen oldukça ilginç araçlar ve rehber eşliğinde çıkacağınız 1,5 saatlik bir şehir turu bu. Bence tur kadar ilginç olan şey bu turda kullanılan araçların hikayesi. Hem karada hem de denizde hareket kabiliyetine sahip bu araçlar aslında Amerikan ordusu tarafından Vietnam savaşında kullanılmak amacıyla üretilmiş. Burada ömrünü tamamladıktan sonra barışçıl amaçlara evrilerek turist gezidirmeye başlamış. Boston'da Ördek Turu otobüslerinin kalktığı iki ana durak vardır. Bunlardan biri Prudential Center (Prudential Binası) diğeri ise New England Akvaryumu. Biz Prudential Center'ın önünden kalkanlara biniyoruz. 

Ördek Turu araçlarının karadaki görünümleri.
Bu da denizdeki halleri. 
Akşam saatlerine yakın ördek turu aracındaki yerimizi alıyoruz. Bu araçlar biraz yüksekçe ama iç kısmı Türkiye'deki dolmuşların içine benzer nitelikte. Normalde etrafı açık olsa bile Boston'un her zaman soğuk olmaya yatkın bir yer olduğu düşünülerek plastik korumalar oluşturulmuş rüzgara karşı. Nitekim güneş biraz düştükten sonra biz de bu serinmliği fazlasıyla hissediyoruz. Gündüz hava ne kadar sıcak olursa olsun akşam bu turu yapacaksanız muhakkak yanınızda mont bulundurmanız gerekir. 

Aracın içinde Betül'ün yaratıcı bir çalışması. 


Aracın içindeki montlu biz. 

Bu da aracımızın kaptanı ve tur operatörümüz. Korsan kıayafetleri içinde ve keyifli bir adamdı

Biraz üşümemiz dışında genel olarak ördek turundan keyif aldığımızı söyleyebilirim. Şehir içinde yaklaşık yarım saatlik bir tur yapıyoruz öncesinde. Bu sürede Boston'un önemli müzelerinin tarihi binalarının önünden geçip kaptanımızdan bilgiler alıyoruz. Ardından gezinin biraz daha ilginç ve turistik yanı olan suya dalma kısmı başlıyor. Araç uygun bir alandan suya yaklaşıp birden tekne motorunu çalıştırmaya başlıyor ve direksiyonu dümen olarak kullanılmaya başlıyor. 


Sevgili kaptanımız bir süre ilerledikten sonra yolcular arasından kendisine yardımcı olacak kaptan adayları arıyor. Aracı da kullandıracakmış. Durur muyum, otobüsçüleri iyi tanırım bakışı atıyorum kaptana, malum sektörde az inceleme yapmadık memlekette. Kaptan da bu tecrübeyi anlıyor ve dümeni bana devrediyor. Gayet kendimden emin kullanıyorum otobüs/tekneyi.  



Hatta sadece sürmekle kalmıyor, kaptanımızla bir ara kısa bir sohbete de dalıyoruz. Engin tecrübelerimi aktarıyorum kendisine: 



Ördek turumuzu tamamladıktan sonra tahmin ettiğimizden daha fazla üşümüş ve acıkmış vaziyetteyiz. Üstelik hava da iyiden kararmış oluyor. O nedenle Cambridge civarında üniversite gezimizi nasıl yapalım diye düşünüyoruz. Ama açlık ve üşüme daha baskın geliyor. O nedenle koşa koşa birşeyler yemeye gidiyoruz. Çıktıktan sonra ertesi gün yolumuz uzun olduğundan tekrar buraya gelmenin mantıklı olmayacağını hesaplayıp gece geç vakitte de olsa Harvard ve MIT turu yapalım, en azından araba ile şöyle bir dolaşalım diyoruz. Açıkçası pek istediğimiz tadı vermiyor bu gece gezisi söz konusu yerlere. Neyse, sağlık olsun diyip tekrar oteleimize dönüyor ve ertesi günkü uzun yolculuğa hazırlanmaya başlıyoruz. 

Doğudaki son seferimiz Niagara'yı düşünüyoruz. Boston'da kaçırdığımız bazı şeyler olsa da Niagara'yı ıskalamamak hedefindeyiz.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder