25 Mayıs 2015 Pazartesi

Modern Zaman İmparatorluğu'nun Başkenti: Vaşington

ABD Anayasası tarafından ulusun başkenti olmak üzere kurulan ve hiçbir eyalete bağlı olmadan doğrudan ABD Senatosu tarafından yönetilen modern zaman imparatorluğunun başkentine gidiyoruz. Belki de tarihteki hiçbir imparatorluk başkenti onun kadar sade olmadı. Ama hepsi gibi hükmettiği gücün özgüvenine sahip,  kalender, ketum ve yüzünde alaycı bir tebessüm olan 40'lı yaşlarının sonunda bir adamın adı Vaşington. 



31 Nisan 2015'te Ford School'un ilk yılındaki son sınavıma girip/ son ödevimi teslim ediyorum. Ardından okulun tepesine çıkıp, "Özgürlüüük" diye bağırmamak için kendim zor tutuyorum. Zira Eylül'e kadar 4 aylık bir boş zamanım var. Gerçi yapmak zorunda olduklarımızı değil yapmak istediklerimizi yapabileceğimiz zaman dilimine neden "boş zaman" diyoruz onu da anlayamıyorum ama neyse, konumuz o değil. Bu süre zarfından yapılacaklar listesinin en başında seyahat etmek var. Önceden planlanmış güzergahlarda, farklı şehirler görülecek geziler.

Aslında önceleri niyetim bu gezi planına Kanada ile başlamaktı. Ama hem Kanada için vizeye ihtiyaç duyulması hem de benim dönem içindeki tembelliğim planın biraz değişmesine yol açtı. O nedenle gezimize ABD sınırları içinde "Doğu seferi" ile başlıyoruz. Başlıyoruz, çünkü bu gezide de yalnız değilim ve bana eşlik eden (önceki gezilerimden farklı olarak) 7 aylık zoraki ayrı kalışımızın ardından 1 Mart'ta ABD'ye gelen sevgili eşim (Betül) ve biricik oğlumuz Jamiryo. Yaklaşık 2000 mil ( 3200 km) yol katedeceğimiz bu gezi öncesinde ma-aile selfimizi çekiyoruz. 

Sevgili eşim Betül ve biricik oğlum Jamiryo. Emniyet kemerlerimiz takılı ve seyahate hazırız. 
Güzergahımız uzun. Doğu seferinde görmeyi planladığımız yerler, Vaşington, New York (yeniden), Boston ve Niagara Şelalesi. Araba kullanma konusunda oldukça yetenekli olmasına rağmen benim gibi ABD ehliyeti alacak vakti olmadığından Betül araba kullanamıyor. O nedenle aşağıdaki güzergahta arabayı tek başıma kullanmak durumunda kalıyorum.

Displaying Harita Print.jpg
Doğu Seferi Güzegahımız: Google Maps Niagara Ann Arbor dönüşünü Erie Gölünün kuzeyinden vermiş. Orası Kanada sınırları olduğundan ve bizim henüz vizemiz olmadığından güneyinden dolandık. 

Yola 8 Mayıs tarihinde çıkyoruz. Sabah erken saatlerde. Niyetimiz Ann Arbor'dan çıkıp doğrudan Vaşington'a ulaşmak. Navigasyon 8 saatlik bir yol işaret ediyor (Hesaplanmayan molalar ve asla tutmayan süreler). Yol üzerinde hem yorulduğumuz hem de bi görelim bakalım nasılmış dediğimiz için Pittsburg'a bir öğle yemeği molası için uğruyoruz ( Navigasyon süresi artı üç saat). Pittsburgh, dağların arasından gökdelenler ile pat diye çıkıveriyor karşımıza, şaşırıyoruz. Dağlık bir alanda bol bol (ve bazıları meşhur) köprüleri olan farklı bir şehir izlenimi veriyor Pittsburgh. Tüh, acaba buraya da bir gün ayırsa mıydık diyoruz ama sonra bu şehrin bağlı olduğu eyaletin Türkiye'de yol açtığı siyasal gerilimleri hatırlıyoruz. Gezimize siyaset bulaştırmayalım diyip Vaşington yolumuza devam ediyoruz. 

Vaşington'a ulaşmamız, molalar ve yol boyunca gördüğümüz polis çevirmeleri nedeni ile 70 mil hız sınırına riayet etmemizden dolayı 12 saate yakın sürüyor. Akşam saat 8 civarında giriyoruz şehire. Giriyoruz girmesine ama bir süre Vaşington'a girdiğimize inanamıyoruz. Navigasyon, Pentogan'a çok yakın olan otelimize beş dakika kaldığını söylüyor söylemesine ama biz hala etrafı ormanla çevrili yol haricinde bir şey göremiyoruz. Sonra, birden pat diye bir köprünün üzerine çıkıp, otelimizi, binaları ve Potomac Nehri'nin öte yanında kalan şehri ve Kapitol binasının ışıklarını görüyoruz. İlk izlenim: Yeşil, ağaç, orman. Aslında ABD şehirlerinde vaka-ı adiyeden şeyler, özellikle doğusunda. (Ankara, Türkiye, çıkarımlar, karşılaştırmalar.... Hayır hayır yapmıcam). 

Uzun yolculuğun ardından otel odamızın konforunu yaşamak istiyoruz. Ama maalesef yol boyunca köklediğimiz klima gezimizin hemen başında bize kötü bir sürpriz olarak geri dönüyor, Zira Betül'ün ateşi fena çıkıyor. Titremeler, üşümeler... ABD sağlık sistemi ile karşı karşıya gelmek korkusunu ilk defa yaşıyoruz. Neyse ki, askerliğini sıhhiye çavuşu olarak yapmış bir kocaya sahip Betül, çok şanslı. Kıvamında soğuk uygulama, ateş düşürücüler, Türk ve Amerikalı doktor kuzen/arkadaşların tavsiyeleri sayesinde ateşi büyümeden söndürüyoruz. Tadımız kaçmıyor. 1 gece 2 gün olarak planladığımız Vaşington gezimize başlıyoruz. 

Bir turist olarak baktığınızda Vaşington gezilmesi pek de meşakkatli olmayan bir şehir. Şehrin gezilmesi farz olan yerleri merkezde Senato binası ile Lincoln anıtı arasındaki yaklaşık iki üç kilometrelik National Mall alanının etrafında yer alıyor (Beyaz Saray, Senato, anıtlar, müzeler, bakanlıklar... hep bu alan civarında). Biz de gezimize Vaşington Anıtı ile başlıyoruz. 

Amerikan bağımsızlık simgesi falan bi yana da bu anıtn bizim gezimiz açısından da ayrı bir önemi oluyor zira gezimizin ilk eş muharebesi burada, anıtın önündeki çimlerde gerçekleşiyor. Şimdi, sevgili eşim ile bir anlaşmamız vardı. Kendisi Nikon D 90 ile şehirlerin fotoğraflarını çekecek ben de blogda onun fotoğraflarını kullanacaktım. Anıta geldiğimizde bizimkisi yavaş hareketler ve Ara Güler edası ile fotoğraf makinesinin kapağını açıp gözünü vizöre dayadı, deklanşöre bastı... Ses yok. Çünkü şarj edilmek üzere prize takılan fotoğraf makinesi bataryası otelde kalmıştı. Betül'ün top atışıyla başlayan savaş kanlı çatışmalarla Mounument sırtlarına doğru ilerliyor ve Allahtan fazla uzamadan imzalan barış anlaşması ile sona eriyor. Vaşington fotoları el mecbur benim telefonuma kalıyor.  İşte size benim yorumum eşliğinde Vaşington Anıtı:


Anıt, ABD'nin ilk başkanı ve Britanya karşısında orduların kumandanlığını yapan George Washington'a ithafen 1889 yılında yapılmış ve kendisi "First in War, First in Peace, First in the Hearts of his Countrymen" denilerek onurlandırılmış. Anıt hakkında çok fazla Vikipedi bilgi vermek luzümsuzluğunu yapmayacağım ama iki şeyi de belitrmeden geçemeyeceğim. Bunlardan ilki bu dikilitaşın Eyfel Kulesi yapılıncaya kadar dünyanın en uzun binası ünvanını elinde tutması. İkincisi ise anıtta dünyanın dört bir tarafından ABD ile dostluğu vurgulamak adına gönderilen hediyeler arasında 1854 yılında gönderilen bir Osmanlı kitabesinin bulunuyor olması. (Sanırım Cem Yılmaz'ın Yahşi Batı filmine konu olan bu hediye getirme olayı buraya dayanıyor). Bilet almak sureti ile bu uzun yapının tepesine çıkıp Vaşington manzarasını seyretmek mümkün ama biz biletler bitmeden yetişemiyoruz. 
Cumartesi günü olması nedeni ile anıtın etrafı oldukça hareketli. Kalabalık bir grup hocalar eşliğinde yoga yapıyor. Sehrin orta yerindeki kocaman yemyeşil alanın ve bedava yoga dersinin tadını çıkarıyor insanlar. 


Anıt güzel. Ama National Mall'un öte ucunda gördüğümüz manzara biraz canımızı sıkıyor. Zira Vaşington'un en güzel manzaralarından birine sahip Senato binasının kubbesi inşaat için iskeleler ile çevrilmiş vaziyette. Ömrü hayatında bir defa gelip inşaat halinde yakalamak da ayrı bi şans tabi. Manzara şöyleydi: 

Yine de yavanlığına bakmıyor ve senato binasına doğru yürümeye başlıyoruz. Fakat hava Vaşhington'da o kadar sıcak ki, yürümemizi gölge yerlerde mola vere vere yapmak mecburiyetinde kalıyoruz. Bahçesinde ve önünde yer alan havuzun kenarında fotoğraflarımızı çekiyoruz. Elbette iskeleler eşliğinde. 



Dediğim gibi Vaşington sıcak. Hem de öyle böyle değil. O nedenle güneşin tepede olduğu süreyi müzelerle değerlendirmenin daha isabetli olacağını düşünüyoruz. Müze gezmekten keyif alan birisi iseniz Vaşington sizin için biçilmiş kaftan. Çok sayıda müze var ve hepsi bedava. Biz 2 müze seçiyoruz: Ben uzay ve havacılık müzesini (National Air and Space Museum), Betül ise doğal tarih müzesini (National Museum of Natural History). Ne yalan söyleyeyim müze gezmekten çok keyif alan bir adam değilim, Pariste Louvre Müzesini 2 saatte bitirmiş bir insanım. Ama itiraf etmem gerekir ki buradaki müzeleri oldukça sevdim. Özellikle uzay ve havacılık müzesini. Bu konular biraz da ilgimi çektiğinden olsa gerek, müzeyi gezerken "keşke daha fazla vaktim olsaydı" diye düşündüğümü hatırlıyorum. 

Uzay ve havacılık müzesi ABD'nin en çok ziyaret edile müzelerinden bir imiş. Müzede Ay'a yolculukta kullanılan Apollo 11'in kumanda modulünden tutun da Soğuk savaş döneminde yaşanan uzay rekabetinin tarihine kadar pek çok şeyi görmeniz mümkün.. Simulasyon odaları, uzaya, uzay araçlarına ve evrene ilişkin oldukça heyecan verici görseller/animasyonlar içeriyor. 

Apollo 11 elbette müzenin gözdesi. Ama benim Apollo kadar ilgimi çeken iki şeyden birisi Soyuz uzay mekiği ile Uluslararası Uzay İstasyonunun (UUİ) protitipi oldu. Soyuz 1960'lardan bu yana kullanılan ve Rusların uzay programlarında olduğu gibi günümüzde özellikle UUİ'de kullanılan bir araç. ABD'nin yaşadığı uzay kazalarından sonra önemi daha da artmış. UUİ ise, insana başka dünyaların kapısını açan bir büyü gibi. Altında yer alan tanımda " Uzay yörüngesindeki bu ev ve araştırma merkezi, insanoğlunun uzayda kalıcı olarak varolma hayalini gerçeğe dönüştürdü." yazıyor. Altındaki ülke bayrakları arasında bizimkisini göremesek de insanlığın bu ortak başarısı için gururlanıyorsunuz.

Soyuz.
Uluslararası Uzay İstasyonunun Prototipi. 


Yukarıda soldaki fotoğrafta yer alan ve bir kazandan hallice bir görüntü arz eden kapsül ile uzaydan dünyaya dönmek  fikri pek sıcak gelmese de sağdaki uzay mekiği çok havalı duruyor. Ama maalesef bu havalı görünene uzay mekiklerinden iki tanesi uzay uçuşları çerçevesinde düşüyor. Uzay müzesini daha da fazla uzatmak niyetinde değilim ama elbette Apollo 11'e değinmeden gecmek olmaz. 


"Houston, The Eagle has landed." İnsanlığın aydan duyduğu bu ilk sesi mümkün kılan araç. Hoş, bu aracın ebadına, görüntüsüne, zamanın teknolojisine bakıp yaptığı işin büyüklüğü ile kıyaslayınca insanın aklı türlü komplo teorilerine kaymıyor değil ama hayır buna kendimi kaptırmıyorum. Onun yerine uzaya bırakmak daha büyüleyici geliyor. Özellikle bir uzay aracının camından görünen manzaraya bakmak gibi:  


Müze güzel, ama zaman hızlı akıyor. Gezecek bir müzemiz daha olduğu için buradan ayrılıp çok yakın bir mesafede diyebileceğimiz doğa tarihi müzesine gidiyoruz. Burası da uzay müzesi kadar büyük ve etkileyici. İçinde okyanus hayatı, evrim, mineraller, değerli taşlar, meteorlar, fosiller, dinazorlar ve doğal yaşam bölümleri var. Müzeyi hakkını vererek gezmeye kalksanız iki tam gününüzü ayırmanız gerekir. Biz yine Türk usulü yapıp şöyle bir kabasını alıyoruz maalesef. Bu süre içinde evrimde ne kadar yol katettiğimizi anlamaya çalışıp, bir yandan da doğal yaşamdan kareleri fotoğraflıyoruz: 





Bu müzede yapılabilecek en keyifli işlerden biri de kesinlikle rengarenk yüzlerce kelebeğin uçuştuğu odaya girmek. Burası müzenin içinde, ücreti mukabilince ziyaret ettiğiniz ayrı bir bölüm ama kesinlikle verdiğiniz her kuruşu hak ediyor ( en azından sevgili eşim öyle dedi).  Kelebekler kocaman, rengarenk ve hiç de çekingen değiller. Betül'e de özel bir ilgi alaka sergilediler. 


Betül onlardan kurtulmanın derdinde iken ( hatırlatalım, odanın çıkışında üzerinizde kelebek kalmış mı diye kontrol ediliyor) ben ise onları fotoğraflamanın derdinde idim:




Bu müzede de oldukça vakit harcadıktan sonra havanın yeterince serinlediğine kani olup kendimizi yeniden dışarıya atıyoruz. Rotamızda Beyaz Saray var. Dünyanın en güçlü adamının ikamet ettiği ve içinde Frank Underwood gibi ihtiraslı ve tehlikeli abilerin cirit attığı bu Saray, Vaşington'a gitmeden önce herkesin sizi "Fazla bişey beklemeyin" diye uyardığı küçücük ve bembeyaz bir villa. Zaten bahçesinin en alt kısmından ve haliyle demirparmaklıkların ardından bakabiliyorsunuz. Demirparmaklıklar çok dar. Ben denedim mesela, kafam girmedi. Dünyanın en güçlü devletinin başkanının oturduğu saraya bakınca insan ister istemez Türkiy... (şaka şaka, demicem öyle bişey.) 


Beyaz Saray ziyaretimiz hali ile kısa sürünce biz de öncelikle İkinci Dünya Savaşı ve Kore Savaşı anıtlarını ziyaret ederek akşam vakti Vaşington'da görebileceğiniz en güzel manzaralardan birine tanıklık etmek için Lincoln Anıtı (Memorial) ve yansıma havuzuna (Reflection Pool) doğru yola koyuluyoruz. Yol üstünde güneşin batmaya başlaması ile önünden geçtiğimiz sıradan parklar harika görüntüler oluşturuyor:


Lincoln Anıtı uzaktan bakıldığında ( Vaşington'daki bir çok bina gibi) Antik Yunan'daki Helenistik Mimarideki tapınakları andıran bir yapı. Önündeki yansıma havuzu ile özellikle geceleri hoş manzaralar yaratıyor. Bu anların fotoğrafını çekemeyince Betül'ün yarası bir kez daha tazeleniyor burada.

Yanına yaklaştığınızda ise bir suikaste kurban giden Abraham Lincoln'ün sandalyede oturan dev bir heykeline rast geliyorsunuz, Yaklaşık 12 - 13 metre imiş yüksekliği. İç savaş sırasında köleliği kaldırma konusunda sergilediği duruştan olsa gerek yüzünde kararlı bir tebessüm var Lincoln'ün. Ama hayat işte, sen Amerikan başkanı ol, iç savaştan sağ ve köleliği kaldırmış olarak çık, sonra aktör olan Konfederasyon yanlısı tarafından tiyatroda vurul... 
Heykele bakınca hakkında okuduklarımı hatırlıyor ve hak veriyorum: Rahmetli hakkaten çirkin sayılabilecek bir insanmış. Hatta kendisi bile bu çirkinliğini rakiplerine karşı laf sokmakta kullanırmış. Başkanlık seçimleri sırasında rakibi kendisini iki yüzlülükle suçlayınca, keşke öyle olsaydım, o zaman bu yüzü kullanır mıydım demiş ( If i were two-faced, would i wear this one). Lincoln'ün anıtı arka planda yer alan Wahington anıtı ile birlikte güneş battıktan sonra güzel bir fotoğraf ortamı yaratıyor. 



Aslında daha gezecek yer olmasına rağmen, yaklaşık 30 km yol yürüdüğümüzü ve deli gibi acıktığımızı farkedip ve biraz da Betül'ün ateşinin yeniden çıkmasından çekinip gezimizin ilk gününü noktalıyoruz. Gezilerde çok yorulduğunuz zaman yaparsınız ya hani, buralara da yarın geliriz diye. İşte aynısını yapıyor ve elbette ertesi gün yeniden National Mall alanına yeniden gelmiyoruz. Onun yerine benim çok görmek istediğim Anayasa Mahkemesi'ni (Supreme Court) ziyaret edip, doğrudan Georgetown tarafına geçiyoruz. 
Supreme Court.
Georgetown Washington'un Nişantaşı'sı. Şöyle söyleyeyim, arabayı iki saat park etmek için 40 dolar istediler. ( 2.6 ile çarpınca vehameti daha kolay anlıyosunuz). Burası iki üç katlı binaların, tarz kafe ve restoranların olduğu güzel bir mekan. Bir de Amerika'da muhakkak her şehirde olduğu gibi, burada da meşhur bir cupcake'çi var, uğrayıp alışverişimizi yapmaz isek ziyaretimiz kabul olmuyormuş. Cupcake deyince onun için akan sular duran sevgili eşim bu duruma özellikle çok seviniyor. 

Georgetown Cupcak Dükkanı ve önündeki kuyruğu.


Georgetown turumuzu da tamamladıktan sonra yeniden yollara düşüyoruz. Hava yine çok sıcak Vaşington'da ama gezimizle uyumlu biçimde ağzımızda güzel bir tad ile (burada yazar cupcakeleri kastediyor) ayrılıyoruz Vaşington'dan. Sırada New York var. 

12 Mayıs 2015 Salı

YAKINDA : BUYUK DOGU

Ne varsa Dogu'da var. Amerika'nin dogusunda kabaca bir baklava dilimi guzergahinda Washington, New York, Boston ve Niagara Selaleleri guzergahinda karaladiklarimiz ile yakinda...